Beden Kayıt Tutar: Tetiklenme, Travma ve Yeniden Bütünleşme
- Zeyneb G
- 10 Eki
- 4 dakikada okunur

Hayatta hepimizin zaman zaman anlam veremediği duygusal tepkileri olur. Bu tepkiler o kadar refleksiftir ki ne olduğuna anlam veremeden bizi etkisi altına alır. Birinin yüzündeki memnuniyetsiz ifade, beklenen bir mesajın gelmemesi, birinin sesini yükseltmesi ya da basit bir eleştiri… Bu tür durumlar bazen içimizde fırtınalar koparır. Birden fazla duyguyu aynı anda yoğun bir şekilde hissetmeye başlarız. O an yaşadığımız olaya göre “fazla” gibi görünen bu duygular, aslında geçmişte bir yerlerde saklı kalmış acılara dokunuyor olabilir. Psikoterapi alanında bu olgu tetiklenme (emotional triggering) olarak adlandırılır. Özellikle travma müdahalesinde sık karşılaştığımız benzeri durumlarda tetikleyici, geçmişte karşılanmamış bir ihtiyacı, çözülmemiş bir duyguyu, bastırılmış bir anıyı ya da travma anını aktive eder. Yani aslında bugünkü benliğimiz değil, çocuklukta yaralanmış yanımız tepki verir. Bu nedenle “tetiklenmek”, bir zayıflık değil, bilinçdışımızın iyileşmeye ihtiyaç duyduğunu gösteren güçlü bir sinyaldir.
John Bowlby’nin (1988) bağlanma kuramına göre, erken dönem bakım veren ilişkileri, yaşam boyu ilişkilerimizin temel modelini oluşturur. Bir çocuk, sevgi ve güven içinde büyüdüğünde “ben değerliyim, dünya güvenli bir yer” inancını geliştirir. Ancak bakım veren kişi ulaşılmaz, dengesiz, aşırı eleştirel ya da duygusal olarak soğuksa; çocuk bu deneyimleri “ben yeterince iyi değilim” ya da “sevilmek için çabalamalıyım” biçiminde içselleştirir. Bu içsel inançlar, yetişkinlikteki duygusal tepkilerimizin görünmez zeminini oluşturur. Örneğin:
Birinin ilgisizliği seni derinden yaralıyorsa, belki bir zamanlar duygusal olarak erişilmez bir ebeveynin vardı.
Eleştiriye tahammül edemiyorsan, çocukken sık sık yargılanmış olabilirsin.
Birinin öfkesinden ürküyorsan, geçmişte dengesiz ya da korkutucu bir figürle yaşamışsındır.
Bu durumlar beynimizin savunma sistemleriyle de ilgilidir. Amygdala, geçmişteki tehditlere benzeyen bir durumu fark ettiğinde, “şimdi”yi değil “o zamanı” hatırlatır.
Van der Kolk’un (2014) vurguladığı gibi: “Beden kayıt tutar.”
O yüzden tetiklenme anında hissettiğimiz yoğunluk, aslında geçmişte bastırılmış bir duygunun yeniden yüzeye çıkmasıdır. Tetiklenmeler yalnızca güncel bir duygu tepkisi değildir; çoğu zaman travmanın sinir sistemi üzerindeki kalıcı izlerini de taşır. Jenina Fisher (2017), travmayı yalnızca geçmişte yaşanmış bir olay olarak değil, “bedende ve zihin yapısında bölünmüş olarak süren bir deneyim” olarak tanımlar. Travmatik deneyimler sırasında beynin duygusal ve bilişsel sistemleri aynı anda işlem göremez; bu nedenle kişi olayın parçalarını “anlamdan kopuk” bir biçimde saklar. Sonrasında bir tetikleyici — bir ses, bir bakış, bir koku — bu bastırılmış parçaları yeniden aktive eder. Bu durumda aslında şu anki benliğimiz değil, travma anında donmuş ya da korkuya kapılmış çocuk yanımız tepki verir. Fisher’ın “Healing the Fragmented Selves of Trauma Survivors” (Travma Mağdurlarının Parçalanmış Benliklerini İyileştirmek) adlı eserinde açıkladığı gibi, travmanın doğası “bölünme”dir: Bir yanımız güçlü kalmaya çalışırken, diğer yanlarımız hâlâ geçmişte hapsolmuştur.
Tetiklenme anlarında hissedilen aşırı öfke, korku, suçluluk veya utanç, aslında geçmişte bastırılmış bu parçaların “ben buradayım” deme biçimidir. Bu nedenle travma müdahalelerinde hedef, tetiklenmeleri bastırmak değil, onların ardındaki parçaları tanımak, onlarla ilişki kurmak ve güven inşa etmektir.
Fisher (2021), tetiklenme anlarında üç düzeyde farkındalık önerir:
Beyin ve beden farkındalığı: Tetiklenme sırasında sinir sisteminin “savaş-kaç-don” döngüsüne girdiğini fark etmek.
Parça farkındalığı: “Şu anda tepki veren parçam kim?” sorusunu sormak — örneğin korkmuş çocuk, öfkeli koruyucu, utanç duyan ergen gibi.
Şefkatli gözlem: Tepki veren parçaya yargısız bir şekilde yaklaşmak; onun geçmişteki işlevini anlamak.
Bu yaklaşım, içsel parçalarla yeniden ilişki kurarak bütünleşmeyi hedefler. Tetiklenmeler, böylece yalnızca acı verici anlar olmaktan çıkıp, içsel sistemimizi tanımamız ve düzenlememiz için birer kapıya dönüşür. Travma sonrası iyileşmede amaç “tetiklenmemek” değil, tetiklendiğimizde kendimize güvenli bir alan sunabilmektir. Çünkü iyileşme, dış dünyanın sessizliğinde değil, iç dünyamızdaki parçalar arasında yeniden kurulan diyalogda başlar.
Öfkeden Şefkate…

Birçok kişi tetiklenme anlarını zayıflık ya da kontrolsüzlük olarak görür. Oysa bu anlar, içimizde hâlâ şefkate ihtiyaç duyan taraflarımızı bize gösterir. Terapötik bakış açısına göre, her tetiklenme bir “iyileşme çağrısıdır.” Paul Gilbert’in (2010) geliştirdiği Şefkat Odaklı Terapi (Compassion-Focused Therapy) yaklaşımı, bu noktada önemli bir çerçeve sunar. Gilbert’e göre, insan zihninde üç temel duygusal sistem vardır: tehdit, ödül ve sakinlik sistemi. Travmatik deneyimler tehdit sistemini aşırı aktive eder; kişi sürekli tetikte, suçluluk ve utanç içinde yaşar. Şefkat, bu sistemleri yeniden dengeye getirir. Tetiklenme anında kendimize yargıyla değil, merhametle yaklaşmak — “yine mi böyle hissediyorum” demek yerine “bu duygu bana hangi yarayı hatırlatıyor?” diyebilmek — beyinde güven ve sakinlik sistemini harekete geçirir.
İlişkilerde Tetiklenmek
Yetişkin ilişkilerinde yaşadığımız çatışmaların altında tetiklenmeler yatıyor olabilir. Partnerimizin sessizliği “beni terk edecek” korkusunu, arkadaşımızın eleştirisi “ben yeterince iyi değilim” inancını, yöneticimizin öfkesi “ben tehlikedeyim” hissini tetikleyebilir. Bu nedenle tetiklenme anlarında esas mesele karşımızdaki kişi değil, bizim içimizde yankılanan eski hikâyedir. Allan Schore (2012), erken dönemde duygusal düzenlemenin bakım verenle birlikte öğrenildiğini söyler. Yani bir çocuk sakinleşmeyi, sadece yanında sakinleşebilen bir yetişkinle deneyimleyebilir. Bu nedenle, yetişkinlikte duygusal fırtınalar yaşadığımızda, aslında kendi içimizde o düzenleyici figürü yaratmayı öğreniyoruz. Terapötik süreçler bu öğrenmeyi yeniden inşa etme fırsatı sunar.
Sonuç: İyileşme Farkındalık ve Şefkatle Başlar

Tetikleyiciler, geçmişin yankılarıdır — ama aynı zamanda iyileşmenin kapılarıdır. Onlar bize nerede kırıldığımızı, hangi yönlerimizin görülmeye, duyulmaya ve şefkate ihtiyaç duyduğunu hatırlatır. Kendi içsel çocuğumuza yeniden güvenli bir alan sunduğumuzda, tetiklenmeler yavaşça azalır; yerini daha derin bir huzura bırakır. Bazen bu güvenli alanı bulmak için profesyonel bir yardım almayı göz ardı etmemeliyiz. Bu iyileşme yolunda kendimize verebileceğimiz en güzel hediye olabilir. Unutmamalıyız ki iyileşmek, geçmişi silmek değil; onu anlayarak, kendimizi yeniden sevmeyi öğrenmektir. 🌱
Kaynakça
Bowlby, J. (1988). A secure base: Parent-child attachment and healthy human development. Basic Books.
Fisher, J. (2017). Healing the fragmented selves of trauma survivors: Overcoming internal self-alienation. Routledge/Taylor & Francis Group.
Fisher, J. (2021). Transforming the Living Legacy of Trauma: A Workbook for Survivors and Therapists. Routledge.
Gilbert, P. (2010). Compassion focused therapy: Distinctive features. Routledge/Taylor & Francis Group.
Schore, A. N. (2012). The science of the art of psychotherapy. W. W. Norton & Company.
Siegel, D. J. (2012). The developing mind: How relationships and the brain interact to shape who we are (2nd ed.). The Guilford Press.
Ogden, P., Minton, K., & Pain, C. (2006). Trauma and the body: A sensorimotor approach to psychotherapy. W. W. Norton & Company.
Porges, S. W. (2011). The polyvagal theory: Neurophysiological foundations of emotions, attachment, communication, and self-regulation. W. W. Norton & Company.
Van der Kolk, B. A. (2014). The Body Keeps the Score: Brain, Mind, and Body in the Healing of Trauma. Viking.



Yorumlar