Freud’un Dora Vakası: Travma, Bastırma ve Psikanalizin Karanlık Aynası
- Zeyneb G
- 12 May
- 11 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 14 May
Herkese merhaba, bugün Freud'un en ünlü vakalarından birini anlatmak için klavye başındayım. Travma konusunda uzmanlaşmaya çalıştığım şu günlerde eğitimler okumalar birbiri ardında devam ediyor. Yakın zamanda Herman'ın Travma ve İyileşme kitabını okurken bu hikayeyi bende paylaşmalıyım diye düşündüm ve ortaya böyle bir yazı çıktı. Keyifli okumalar diliyorum.

Sigmund Freud’un çalışma odasındaki meşhur psikanaliz divanı. Dora gibi hastalar bu divana uzanarak serbestçe çağrışım yapar ve hayatlarındaki derin olayları terapistlerine anlatırlardı. 1900 yılının sonlarında, Viyana’da genç bir kadın (Freud’un daha sonra “Dora” takma adıyla anacağı Ida Bauer) boğazında düğümlenen kelimeler ve sesi kısılan bir çığlıkla, ünlü nörolog Sigmund Freud’un kapısını çaldı. On sekiz yaşındaki Dora, açıklanamayan histerik semptomlar göstermekteydi. Freud, “histeri” teşhisi koyduğu bu genç kadını yaklaşık on bir hafta boyunca tedavi etti ve vakayı 1905’te Bir Histeri Vakasının Analizinden Parçalar başlığıyla yayımladı. Bu vaka, sadece bir genç kadının iç dünyasını değil, aynı zamanda psikoloji ve toplumun travmaya bakışının tarihini de yansıtan çarpıcı bir öykü haline geldi. Dora’nın yaşadıkları, Freud’un getirdiği yorumlar ve terapide yaşananlar; travma, bastırma, aktarım, feminist eleştiriler ve terapi etiği gibi konularda yüz yılı aşkın süredir bitmeyen tartışmalara kaynaklık ediyor. Bu yazıda, Dora’nın hikâyesini ve Freud’un onu çözümleme biçimini anlatı-deneme tarzında ele alarak, bu başlıkları bilimsel temelleriyle birlikte günümüzün terapötik ve toplumsal anlayışı ışığında yeniden okumaya çalışacağız.
Dora’nın Hikâyesi: Yüzyıl Öncesinden Bir Travma Öyküsü

Dora, 1882 doğumlu Viyanalı Ida Bauer’in takma adıydı. Zengin fakat mutsuz bir ailede büyüdü; anne ve babasının sevgisiz evliliğinde aile dostları olan bir başka çift, Herr ve Frau K., önemli rol oynuyordu. Dora’nın babası ile Frau K. arasında bir ilişki (yasak aşk) yaşanırken, Dora da babasının yakın arkadaşı Herr K.’nin ilgisine maruz kalıyordu. Kriz, Dora’nın 1899’da babasına açtığı bir sırla patlak verdi: Dora, Herr K.’nin kendisine cinsel içerikli bir yaklaşımda bulunduğunu söyleyerek onu tokatladığını anlattı. Ne yazık ki Herr K. bu suçlamayı reddetti ve Dora’nın babası da kızına inanmadı. Babasının inanmaması, Dora için ikinci bir ihanet gibiydi. Öfke, utanç ve çaresizlik içindeki genç kadın, bu olaydan sonra giderek ağırlaşan psikolojik belirtiler göstermeye başladı. Sonunda babası, kızındaki “histerik” semptomlar nedeniyle onu Freud’a getirmeye karar verdi.
Freud başta Dora’nın anlattığı taciz iddiasına temkinli yaklaşsa da, kısa sürede olayın arka planını Dora’nın gözünden öğrenir. Dora, babasının kendi aşk ilişkisi uğruna kendisini Herr K.’ye adeta “pazarlık malı” edercesine sunmuş olabileceğini düşünmektedir. Genç kızın iddiasına göre babası, Frau K. ile ilişkisini sürdürmek için Dora’yı Herr K.’nin tacizine göz yummuştu – yani bir anlamda babası tarafından kurban edildiğini hissediyordu. Freud bu anlatıyı ilk etapta ciddiye aldı ve Dora’nın bakış açısını onaylayarak semptomlarında geçici bir iyileşme sağladı: Dora’nın bitmek bilmeyen öksürüğü Freud’u ziyaretlerinin ilk haftalarında belirgin şekilde hafifledi. Ancak Freud’un yaklaşımı kısa sürede değişecekti. O güne dek hastalarının öykülerinde cinsel travmanın etkisini arayan Freud, bu kez Dora’nın semptomlarının ardında bastırılmış arzular olabileceğine inanıyordu. Genç hastasını, bilinçdışında bu aile dramında kendi rolü ve bastırdığı duyguları olduğuna ikna etmeye çalıştı. Ne var ki bu ısrar, Dora’yı giderek öfkelendirmeye ve uzaklaştırmaya başladı. Freud, Dora’nın aslında Herr K.’ye (ve belki onun eşi Frau K.’ye) yönelik karmaşık duygular beslediğini ve anlatmadığı bir “suç ortaklığı” olduğunu öne sürüyordu. Sonunda bu baskıya dayanamayan Dora, tedaviyi ansızın bırakarak Freud’un yanından ayrıldı – yaklaşık on bir haftanın sonunda terapi yarım kalmıştı. Freud da durumu içten içe bir hezimet olarak görüp vakasını yayınlarken bunu açıkça “terapötik bir başarısızlık” diye tanımladı.
Dora’nın hikâyesinin geri kalanı ise uzun yıllar boyunca pek duyulmadı. Ancak Freud’un görüş alanından çıktıktan sonra Dora kendi gücünü toplamaya başladı. Terapiyi bıraktıktan bir yıl sonra Dora, yeniden Freud’u ziyaret ederek önemli gelişmeler anlattı: Kendi başına Herr K. ve Frau K. ile yüzleşmiş, onlara bildiği bütün gerçekleri haykırmıştı. Bu yüzleşme sonucunda Herr K. çifti Dora’nın anlattıklarını doğrulayarak genç kızın haklı olduğunu itiraf ettiler. Dora, bu itiraf ve hesaplaşmanın ardından semptomlarının büyük ölçüde düzeldiğini Freud’a iletti. Yani Dora, sesini kimsenin yardımı olmadan duyurmayı başarmış; doğruluğu teslim edilen hikâyesi sayesinde iyileşme yolunda ilerlemişti. Yine de Freud kendi terapi yaklaşımının başarısız olduğunu düşünmeye devam etti ve vakayı yayınlarken ileride kendisini de eleştirecek notlar düştü.
Freud’un Analizi: Rüyalar ve Bastırma Aracılığıyla Anlam Arayışı

Freud, Dora vakasını bir rüya analizi ve bastırma öyküsü olarak ele aldı. Hatta ilk başta olguyu “Rüyalar ve Histeri” diye adlandırmayı düşünmüştü. Dora terapi sürecinde Freud’a iki önemli rüya anlatmıştı ve Freud bu rüyalara özel bir anlam yükledi. İlk rüyada, Dora’nın evi yanıyor, babası onu uyandırıp yangından kaçmasını sağlıyor, annesi ise değerli mücevher kutusunu kurtarmaya çalışıyordu. Babası, “iki çocuğumun ve kendimin senin mücevher kutun uğruna yanmasına izin vermeyeceğim” diyerek annesini bırakıp Dora ve erkek kardeşini dışarı çıkarıyordu. İkinci rüyada ise Dora bilmediği bir şehirde çaresizce tren istasyonunu arıyor, sürekli “istasyon nerede?” diye soruyor fakat bir türlü ulaşamıyordu; nihayet eve döndüğünde annesinden bir mektup buluyor ve babasının öldüğünü öğreniyordu.
Freud, bu rüyaların dilini çözmeye girişerek Dora’nın bilinçdışı dünyasına dair ipuçları çıkardı. Ona göre “mücevher kutusu”, Dora’nın koruması gereken en değerli şeyi, yani bekâretini temsil ediyordu; yangında tehlikeye giren mücevher kutusu, Dora’nın babasının Herr K.’nin tacizine karşı kızının namusunu koruyamadığının sembolik bir ifadesiydi. Babasının yangında anneye “mücevher kutusunu bırak” demesi, Freud’a göre Dora’nın babasına duyduğu kızgınlığı ve kendisini korumadığı için hissettiği ihanet duygusunu yansıtıyordu. İkinci rüyada tekrar eden tren istasyonu arayışı da Freud tarafından cinsel içerikli bir sembolizmle yorumlandı; Freud, istasyonun da benzer şekilde cinsel birleşme imasını barındırdığını düşündü.
Freud’un belki de en tartışmalı yorumu, Dora’nın gerçek hayatta yaşadığı taciz olayına ilişkin oldu. Freud, Herr K.’nin Dora’ya yönelik cinsel saldırısının Dora’da yalnızca korku ve tiksinti uyandırmış olmasını tatmin edici bulmuyordu. Ona göre, “sağlıklı bir genç kız” böyle bir durumda tacizi en azından bilinçdışı düzeyde çekici bulabilirdi. Nitekim Dora’nın Herr K. tarafından öpülmeye çalışıldığı olaya dair Freud şu çarpıcı yorumu yapmıştı: “Bu, on dört yaşında bir kızda belirgin cinsel heyecan duygularını uyandırması gereken bir durumdu,” diyerek Dora’nın aslında içten içe Haz duyduğunu varsaydı. Yine Freud, Dora’ya “Herr K.’den korkuyorsun; fakat aslında kendinden, ona boyun eğme dürtünden daha çok korkuyorsun” diyerek genç kızın bilinçdışında saldırganına karşı bir arzu beslediğine inanıyordu. Kısacası Freud, Dora’nın bilinçli zihninde travma ve öfke olarak yer alan bu deneyimin, bilinçdışında bastırılmış cinsel istekler şeklinde kök saldığını öne sürdü. Freud’a göre Dora’nın nefretinin şiddeti, tam da bastırılan bu isteklerin gücünden ileri geliyor olabilirdi. Bu yorumlar, Freud’un o dönem geliştirmekte olduğu psikanalitik kuramın tipik bir yansımasıydı: Histerik belirtilerin ardında genellikle bastırılmış çocukluk cinselliği ve çatışmalar aranıyordu.
Dora vakasında Freud ayrıca Oidipus kompleksi benzeri bir tablo görüyordu. Dora’nın babasına yönelik güçlü duyguları (kızgınlık ve belki çekim), Herr K. ile babası arasındaki benzerlikler ve hatta Dora’nın Herr K.’nin eşi Frau K. ile ilişkisi Freud’un analizinde yer buldu. Freud, Dora’nın bilinçdışı zihninde üçgen bir arzu yapısı olduğunu düşündü: Hem babasına karşı (babayı anneye kaptırmanın kıskançlığı), hem Herr K.’ye karşı (kadınlığa adım atmanın merakı), hem de Frau K.’ye karşı (belki bir özdeşim ya da bastırılmış homoerotik hayranlık) iç içe geçmiş istekler ve nefretler barındırıyordu. Bu çok yönlü bastırılmış duyguların basıncı altında Dora’nın zihni, doğrudan ifade edemediklerini histerik semptomlar yoluyla dışavuruyordu. Örneğin, Freud Dora’nın yakındığı o inatçı öksürük krizlerinin, Herr K.’nin cinsel tacizi sırasında yaşadığı fiziksel hislerin ve bastırılmış fantezilerin bir izdüşümü olduğunu öne sürdü. Hatta Freud, Dora’nın öksürüğünün oral cinselliğe dair bastırılmış bir fantaziden kaynaklandığını bile ima etti – taciz anında Herr K.’nin ereksiyonunu hissetmiş olan Dora’nın bilinçdışında, bunu oral yoldan tatmin etmeye dair bir istek ve eş zamanlı tiksinti yaşadığına dair spekülatif bir yorum getirdi. Günümüz okuruna son derece uçuk ve rahatsız edici gelen bu tür analizler, Freud’un döneminde henüz yeni filizlenen psikanalitik teori çerçevesinde şekillenmişti.
Aktarımın Keşfi ve Terapi Sürecinde Yaşananlar
Dora vakasının psikanalitik tarihte bu denli meşhur olmasının bir nedeni, Freud’un burada aktarım olgusunu belirgin biçimde tecrübe etmesidir. Aktarım (transference), terapide danışanın, geçmişindeki önemli figürlere dair duygu ve beklentilerini farkında olmadan terapiste yönlendirmesidir. Dora, Freud’la çalışırken giderek artan bir kızgınlık ve güvensizlik geliştirdi. Aslında başlangıçta Freud’a güvenmiş, öyküsünü açmış ve ondan medet ummuştu; ancak Freud’un kendisini dinlemekten çok sorguya çektiğini hissettikçe, Dora’nın Freud’a tavrı da değişti. Genç kadın, belki de babasına ve Herr K.’ye beslediği kızgınlığı, onları temsil eden otorite figürü olarak gördüğü Freud’a yansıtmaya başlamıştı. Freud, Dora’nın terapiyi aniden sonlandırmasını büyük ölçüde bu negatif aktarımın kontrolsüz kalmasına bağladı. Dora, terapi sırasında Freud’u da bir çeşit “güvenilmez adam” konumunda görmeye başlamış, hissettiği hayal kırıklığı ve ihaneti Freud’un kişiliğine yöneltmiş olabilirdi. Freud yıllar sonra vakaya eklediği bir dipnotta, kendi hatasını kabul etti: Dora ile çalışırken onun aktarımsal duygularını yeterince dikkate almamış, özellikle de Dora’nın Frau K. ile olan duygusal bağını çözümlemeyi ihmal etmişti. Bu fark edememe, Freud’a göre Dora’nın ondan kopmasına yol açan etkenlerden biriydi. Aslında Freud, Dora’nın terapiyi terk etmesini büyük bir fırsata dönüştürdü psikanalizin kavramsal hazinesine aktarım kavramını güçlü bir şekilde dahil etti. Dora vakasının sonunda Freud şunu anladı: Bir terapist ne kadar keskin analizler yaparsa yapsın, danışanın terapiste yönelik duygularını (sevgi, nefret, güven, kızgınlık vb.) yönetemezse tedavi başarısızlığa uğrayabilir.
Bu iç görüyü Freud açıkça dile getirir: Dora vakasında yenilgisinin temelinde, aktarım olgusunu gözden kaçırmış olması yatıyordu. Nitekim Dora’nın öyküsünü yayınlamasının esas sebeplerinden biri de, bu yeni farkındalığı meslektaşlarıyla paylaşmaktı. Freud için Dora vakası acı bir deneyim olsa da, psikanalitik tekniğin gelişimi açısından dönüm noktası oldu – terapötik ilişkinin kendisinin (yani hasta ile terapist arasındaki duygusal bağın) ne denli kritik olduğunu gösterdi.
Travma ve Bastırma: Dora’ya Bugünden Bakış

Dora’nın yaşadıklarını bugün nasıl yorumlardık? Bir genç kızın, kendisinden yaşça büyük bir aile dostu tarafından cinsel tacize uğraması ve sonrasında kimsenin ona inanmaması… Bu tabloyu modern psikoloji dilinde açıkça travma olarak niteliyoruz. Dora’nın gösterdiği semptomlar – nedensiz öksürükler, konuşma kaybı, bayılmalar, kâbuslar – bunların hepsi, ağır duygusal travma yaşamış biri için yabancı değildir. Psikiyatrist Judith Herman, Travma ve İyileşme (1992) adlı klasik eserinde Dora’dan bahsederken tam da bu noktaya dikkat çeker: Freud’un döneminin başlarında ortaya attığı “histeri vakalarının temelinde bastırılmış travmatik yaşantılar vardır” fikri aslında gerçeğe oldukça yakındı. Ne var ki Freud, hastalarının çocuklukta maruz kaldıkları cinsel istismar öykülerini önce ciddiye almışken, toplumun ve tıp camiasının bu bulguları kabullenmeye hazır olmaması nedeniyle kısa süre içinde kendi kuramını revize ederek bu anlatıları “fantezi” düzlemine çekti. Herman’a göre Dora vakası, Freud’un bu geri adımının trajik bir örneğidir: Dora’nın anlattığı cinsel taciz ve ihanet öyküsü, dönemin ahlaki değerlerine ve Freud’un kuramsal yönelimlerine uymadığı için geçersizleştirilmiş ve Dora’nın duyguları yok sayılmıştır.
Gerçekten de Freud, Dora’nın uğradığı tacizi ilk anda tamamen hayal ürünü demese bile, nihai analizinde Dora’nın asıl sorununun taciz değil, kendi bastırılmış cinsel arzuları olduğunu ima ederek Dora’nın yaşadığı olayı bir nevi önemsizleştirmiş oldu. Travma kuramı açısından bakarsak, Dora’nın öyküsünde gördüğümüz şey son derece tanıdıktır: Güçsüz bir genç kadın, güçlü ve nüfuzlu yetişkinler tarafından cinsel olarak istismar edilmiştir; çevresi tarafından (kendi babası dahil) inkâr ve inançsızlıkla karşılanmıştır; sonucunda psikolojik ve fiziksel belirtiler geliştirerek ruhunun yarasını dile getirmeye çalışmıştır. Dora’nın Freud’a getirdiği malzeme tam da buydu. Ancak Freud, bu malzemeyi o dönemki bastırma kuramının kalıbına sokarak okudu. Ona göre Dora’nın asıl savaşı dışarıda değil içerideydi – kendi içindeki kabul edilemez arzularla. Bu yorum, maalesef Dora’nın maruz kaldığı hakiki suçu geri plana itti.
Bugün travma konusunda edindiğimiz bilgi, bize Dora’nın hikâyesinin farklı bir yönünü aydınlatıyor. Dora’nın Herr K. tarafından cinsel sınırlarının ihlali, hem bedensel hem de duygusal bir travmaydı. Travma çalışmaları, böyle bir deneyimin genç bir insanın benlik duygusunu nasıl parçalayıp güvensizlik tohumları ekebileceğini iyi belgelemiştir. Herman’ın vurguladığı gibi, travma yaşayan kişiler çoğu zaman sessizliğe mahkûm edilir; hikâyeleri ya inanılmaz bulunur ya da çarpıtılarak onların aleyhine kullanılır. Dora da başına geleni anlattığında yalancı durumuna düşmüş, bu da travmanın etkisini tetiklemiştir. Freud, Dora’yı dinlerken başlangıçta bu sessizliği bozmuş, Dora’ya inanarak bir nebze iyileşme sağlamıştı. Ancak ardından, kendi teorik bakışı uğruna Dora’nın anlatısını yeniden şekillendirmeye çalıştı – bu da Dora’ya bir kez daha inanmamak anlamına geliyordu. Herman, Freud’un Dora’ya yaklaşımını, “mağdurun sesini duymaktan, travmayı kendi istediği anlama büründürmeye geçiş” olarak değerlendirir. Yani Dora’nın sesi tekrar bastırılmış oldu. Sonuçta Dora, yeniden travmatize edici bir deneyim yaşadı denebilir; çünkü en güvendiği otorite figürü de (Freud) onun hislerini bütünüyle doğrulamadı, başka bir anlatı dayattı.
Dora’nın hikâyesi bugünden bakıldığında, travma tedavisi açısından da dersler içeriyor. Herman’ın belirttiği gibi, travma terapilerinin ilk adımı güvenliğin tesisi ve mağdurun deneyiminin onaylanmasıdır. Freud’un Dora ile çalışmasında bu adım tamamlanamadı; Dora tam açılmış ve güvende hissetmeye başlamışken, Freud’un yaklaşımı nedeniyle tekrar güvensizlik hissetti. Bugün terapistler Dora gibi bir vaka ile karşılaştığında, öncelikle onun anlattığı taciz deneyimini koşulsuz dinlemeyi ve duygularını onaylamayı hedeflerler. Dora’nın zamanında ise Freud gibi bir dâhi bile, döneminin anlayışı içinde bunu tam başaramadı.
Feminist Eleştiriler: Dora Vakası Üzerine Yeniden Düşünmek
Dora vakası, özellikle ikinci dalga feminizmin yükselişiyle beraber, yoğun teorik tartışmalara konu oldu. Feminist yazarlar ve kuramcılar, Freud’un Dora’ya yaklaşımını patriyarkal önyargıların bir tezahürü olarak eleştirdiler. Psikanaliz eleştirmeni Erik Erikson, daha 1960’larda Freud’un Dora konusunda yaptığı varsayımlara meydan okudu. Erikson, Freud’un “sağlıklı bir genç kız, Herr K.’nin yaklaşımını ne densiz (tatsız) ne de saldırgan bulurdu” şeklindeki iddiasını hatırlatarak, “Acaba hangimiz bugün bu görüşe itiraz etmeden katılabiliriz?” diye soruyordu. Gerçekten de Freud’un Dora’nın taciz karşısındaki tepkisine ilişkin yorumları, modern duyarlılıkla bakıldığında şaşırtıcı derecede duyarsız görünmektedir. İlerleyen yıllarda feminist kuramcılar bu noktayı daha da vurguladılar. Örneğin, Toril Moi, Dora vakasının bir “ataerki temsili” olduğunu öne sürdü. Freud’un analizinde, erkek arzusu ve bakış açısı merkeze alınmış; genç bir kadının bakış açısı ise bastırılmıştır. Nitekim Freud’un Dora için uygun gördüğü hikâye, erkeğin (Herr K.’nin) arzusunu ve Dora’nın ona cevaben geliştirdiği iddia edilen gizli arzuyu temel alıyordu. Bu, feminist yorumcuların gözünden kaçmadı.
Fransız feminist yazar Hélène Cixous, Dora’nın Portresi adlı oyununda ve yazılarında Dora’yı, “erkek iktidarına karşı sessiz bir başkaldırının simgesi, dirençli bir kahraman” olarak yorumladı. Cixous’ya göre, Dora’nın en büyük başkaldırısı, Freud’un anlatısını reddedip terapiyi terk etmesiydi. Bu sessiz isyan, döneminin erkek egemen tıp otoritesine karşı genç bir kadının bedenine ve diline sahip çıkma çabası olarak görülebilir. Ancak tüm feministler Dora’yı bir kahraman olarak görmedi. Örneğin Catherine Clément, Dora’nın sonuçta “konuşmadan kaçan, tedaviden kaçan bir histerik olarak” tam bir rol model olamayacağını, oysa Anna O. (Bertha Pappenheim) gibi başka kadın hastaların daha aktif ve bağımsız bir yaşam sürerek feminist bir örnek teşkil ettiğini savundu. Yani Dora’nın sessiz direnişi ilham verici olmakla birlikte, onun hikâyesi bir zafer değil, bir kaçış hikâyesiydi.
Yine de feminist okumalar, Dora vakasını psikanalizin klasik metinleri arasında farklı bir yere oturttu. Bu vaka, erkek terapist ve kadın hasta arasındaki güç ilişkisini açıkça gözler önüne seriyordu. Freud gibi bir dehanın bile, patriyarkanın dilinden tam kurtulamadığı argümanı sıkça dile getirildi. Freud’un Dora’ya yaklaşımı, feministlerin gözünde, bilinçli veya bilinçsiz şekilde erkek otoritesinin kadının deneyimini tanımlamaya çalışmasının bir örneğiydi. Dora’ya “aslında ne hissettiğini” söyleyen Freud, istemeden de olsa onu bir kez daha erkek söyleminin nesnesi haline getirdi. Bu eleştiriler, 1970’lerden itibaren Freud okumalarında önemli bir yer tuttu. 1990’da yayınlanan In Dora’s Case: Freud, Hysteria, Feminism (ed. Bernheimer & Kahane) gibi derlemeler, Dora vakasına dair bir dizi feminist makaleyi bir araya getirdi. Bu yazılar, Freud’un metnini satır satır inceleyerek, satır aralarındaki cinsiyetçi varsayımları ortaya koydular. Örneğin Dora’nın babasının ihanetinin psikanalitik yorumda gölgede kalması, Herr K.’nin eylemlerinden çok Dora’nın tepkilerinin mercek altına alınması gibi noktalar eleştirildi. Sonuç olarak Dora, feminist literatürde Freud’un kadın hastalarına nasıl yaklaştığının sembolik bir vakası haline geldi.
Terapi Etiği ve Güven: Dora Vakası’ndan Alınan Dersler
Dora vakası, terapi etiği açısından da sıkça tartışılır. Freud’un vaka çalışması yayınlanır yayınlanmaz, 1900’lerin başında bile bazı meslektaşları tarafından etik dışı bulundu. Vakanın ilk eleştirmenlerinden biri, Freud’un yayınını “zihinsel mastürbasyon gibi, tıbbi konumunun ahlaka aykırı bir kötüye kullanımı” olarak niteledi. Yani daha o dönemde bile Freud’un genç bir hastanın mahrem hikâyesini (her ne kadar ismini gizlese de) yayımlaması ve onu kendi kuramsal tatmini için zorlaması eleştiri oklarına hedef olmuştu. Gerçekten de düşünürsek, henüz 18 yaşında kırılgan bir durumda olan Dora’nın izni ve rızası ne ölçüde alınarak bu vaka kamuoyuna sunuldu? Bugün etik standartlar gereği, danışanların bilgilerinin gizliliği ve onayı son derece önemlidir. Freud ise Dora’yı takma isimle anlattı ama Viyana sosyetesinde kimden bahsettiği az çok tahmin ediliyordu; dahası Dora’ya bu çalışmayı yayınlamadan önce tam bir onam verdirip verdirmediğini bilemiyoruz.
Tüm bu eleştiriler ışığında, Dora vakası bugün psikoterapi eğitimi alanlara bir etik ders vakası olarak da anlatılır. Freud’un hataları olarak görülen noktalar, aslında alanın ilerlemesini sağlamıştır: Danışanı merkeze almak, onun beyanına saygı duymak, terapistin güç konumunu kötüye kullanmaması, kendi dürtü ve önyargılarının farkında olması gibi ilkeler, kısmen Dora gibi vakalardan çıkarıldı. Ayrıca Dora’nın vakası, psikoterapide cinsel taciz veya istismar öyküsü ortaya çıktığında nasıl yaklaşılması gerektiğine dair hassasiyet geliştirdi. Günümüzde bir terapist, Dora benzeri bir olguda, danışanın hikâyesini onaylamadan “fantezidir” diye geçiştirmeyi asla düşünmez; bunun yerine gerekirse hukuki ve tıbbi koruma adımlarını bile devreye sokar. Yine terapist, eğer danışanın anlattıkları kendi teorik inancıyla çelişse bile, önceliğin danışanın iyilik hali olduğunu bilir. Freud elbette ki bu standartların çoğunu kendi deneyimleriyle yaratmamış olsaydı, belki modern terapi de bu kadar gelişmiş olmayacaktı. Bu anlamda Dora vakası, hatalarından ders çıkarılan bir mihenk taşıdır.
Sonuç: Dora’nın Sessiz Çığlığı Bugün Bize Ne Söylüyor?
Dora’nın hikâyesi, aradan geçen yüzyıla rağmen bizi derinden etkilemeye devam ediyor. Bu öyküde, bir yanda bastırılmış gerçekler ve anlaşılmayı bekleyen bir genç kadın var; diğer yanda ise kendi kuramının tutkusuyla gerçeği eğip büken bir dahi doktor. Sonunda Dora’nın sesi tam olarak o odada duyulmadı belki – ama tarih Dora’yı haklı çıkardı. Herr K.’nin yaptığı kabul edildi, Dora travmasının üstesinden kendi kendine geldi, Freud ise hatalarından öğrenerek psikanalizin önemli kavramlarını geliştirdi. Dora’nın sessiz çığlığı, bugün bize travma yaşayanların sesine kulak vermenin ne kadar hayati olduğunu hatırlatıyor. Ayrıca, psikolojik yardım süreçlerinde güç dengesine dikkat edilmesi, danışanın özne konumunun korunması ve terapistin kendi önyargılarını denetlemesi gerektiğini öğütlüyor.
Bir asır sonra Dora’yı okurken, onun yaşadıklarını sadece geçmişte kalmış bir vaka olarak görmemeliyiz. Bugün de pek çok genç kadın ve erkek, benzer biçimde inanılmamaktan, seslerini duyuramamaktan muzdarip olabilir. Freud’un Dora’ya dair eksik bıraktığı empatiyi, bugün biz geliştirebiliriz. Dora vakasını yeniden okumak, hem psikolojinin tarihine eleştirel bir bakış, hem de insan hikâyelerine duyarlılık adına bir fırsattır. Dora’nın hikâyesi bize şunu söyler: “Bazen en büyük ilerlemeler, dinlemeyi unuttuğumuz bir sesi yeniden duymakla başlar.” Dora’nın sesi geç de olsa duyuldu ve onun sayesinde travma, bastırma, aktarım gibi olgular daha iyi anlaşılır hale geldi. Travma ve iyileşme sürecinde, Dora’nın deneyimi bizlere hem bir uyarı hem de bir umut ışığı sunuyor – uyarı diyor ki: Mağdurun gerçeğini asla göz ardı etme; umut diyor ki: Doğru yaklaşımla en derin yaralar bile zamanla iyileşebilir.
Kaynaklar:
Freud, S. (1905). Fragment of an Analysis of a Case of Hysteria (Dora). (Standard Edition, Vol. 7, pp. 1–122).
Herman, J. L. (1992). Trauma and Recovery (Türkçe ed. Travma ve İyileşme).
Bernheimer, C., & Kahane, C. (Eds.). (1990). In Dora’s Case: Freud, Hysteria, Feminism.
Cixous, H. (1976). Portrait de Dora (İng. çev. Portrait of Dora, 2004).
Malcolm, J. (1984). In Dora’s Case (makale). The New Yorker. (Freud’un Dora vakasına dair eleştirileri içerir).
Comments