Oppenheimer Psikolojik ve Analitik Çerçevede İnceleme
- Zeyneb G
- 30 Tem 2023
- 6 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 14 May

Yılın en çok beklenen filmlerinden biri olan Oppenheimer'ı sinemada izledikten sonra yazmaya karar verdiğim inceleme ile karşınızdayım. Fakat ben bu incelemeyi yazarken psikolojiyi, araştırmaları, gözlemlerimi ve yorumlarımı aktardım. Bu sebeple daha önce okuduğunuz film incelemelerine benzemiyor olabilir. Lakin okurken keyif alacağınızı ve bilgileneceğinizi söyleyebilirim. Filmi izlemeyen kişiler için yazım sürpriz bozanlar içerir. Keyifli okumalar diliyorum.
“Prometheus ateşi tanrılardan çaldı ve onu insanlara verdi.”
Oppenheimer bir metafor olarak Prometheus’un mitolojik hikayesine atıfta bulunarak açılışı yapıyor. Burada yönetmenin Robert Oppenheimer ile Prometheus arasında bir bağ kurmak istediğini söyleyebiliriz. Bilindiği üzere Prometheus, Olympos Dağları'ndan Hephaistos ve Athena'nın atölyesinden ateşini çalmış ve bunu dereotu sapının oyuğuna saklayarak insanlığa yaşam mücadelesinde yardımcı olacak değerli bir hediye vermiştir. Fakat ateşin gücünü insanlık yıkım için kullanmıştır. Filmde atom bombasının patlatılmasından sonra Oppenheimer’a atfedilen “Sen onlara kendilerini yok etme gücünü veren adamsın. Onu anlayana kadar, ondan korkmayacaklar. Ve onu kullanıncaya kadar, onu anlamayacaklar” sözleri ise bize bu metaforun ne denli yerinde kullanıldığını gösteriyor.
Psikanalitik Çerçevede Robert Oppenheimer
Film 2 farklı zaman diliminde geçiyor. Başlangıçta Oppenheimer’ı bir güvenlik sorunu teşkil etmesi sebebiyle sorgulandığı günümüzde görüyoruz. İkincisi ise bu sorgulama esnasında yapılan geçmişe dönüşler. Cillian Murphy’inin canlandırdığı Oppenheimer fiziğin büyülü dünyasına kapılmış, zeki, entelektüel ve kibirli bir karakterde karşımıza çıkıyor. 22 Nisan 1904 tarihinde New York'ta doğan Robert, zeki ve meraklı bir çocuk olarak büyümüş, matematik ve bilime olan ilgisi erken yaşlarda kendini göstermiştir. Psikanalitik kurama göre, kişiliğin gelişimi çocukluk döneminde yaşanan deneyimler ve iç dinamiklerle şekillenir. Oppenheimer'ın babası Alman kökenli bir maden mühendisiydi ve ailesinin bilime olan tutkusu, onun bilimle ilgilenmesini desteklemiş olabilir diyebiliriz. Babasıyla olan ilişkisi, onun kişiliğinin gelişiminde etkili olmuş olabilir. Oppenheimer'ın çocukluk dönemi hakkında elimizde sınırlı bilgi olsa da, çocukluk döneminde yaşadığı olumlu ve olumsuz deneyimlerin kişiliği şekillendirdiği düşünülebilir. Nihayetinde kişilik kuramlarının temeli çocukluk ve aile geçmişine dayanır. Ancak, kişilik gelişimi sadece olumlu deneyimlerle değil, olumsuz deneyimlerle de şekillenir. Oppenheimer'ın kişiliğini şekillendiren olumsuz deneyimlerden biri, II. Dünya Savaşı ve atom bombasının geliştirilmesi sürecindeki rolü olabilir. Bilim insanları arasında atom bombasının etik açıdan tartışılmasına ve bombanın kullanımına karşı çıkanlar da vardı. Bu süreç, Oppenheimer'ın vicdanıyla çatışabilecek bir durumdu ve psikanalitik kuramda belirtildiği gibi, iç çatışmalar kişiliğin gelişimini etkileyebilir. 1945 yılında ilk atom bombası denendiğinde, Oppenheimer'ın ünlü bir Hindu alıntısıyla tepki verdiği söylenir bu alıntının bir kısmı filminde kapanış cümlesi olarak kullanılmıştır ve videosu da bulunmaktadır: "Vishnu prensi görevini yapması gerektiğine dair ikna etmeye çalışıyordu ve onu etkilemek için silahlı vaziyete girerek: "Şimdi ben ölüm oldum. dünyaların yok edicisi" der. Sanırım hepimiz bunu düşündük; öyle veya böyle"
Manhattan Projesi
II. Dünya Savaşı'nın başında, Nazi Almanyası'nın nükleer silah geliştirebileceği endişesi, Amerika Birleşik Devletleri'ni atom bombası yapmaya yönlendirdi. Bu amaçla 1942 yılında "Manhattan Projesi" başlatıldı ve Robert Oppenheimer, bu projenin bilimsel lideri oldu. Matt Damon'un canlandırdığı Leslie Groves'un teklifi üzerine Los Alamos, New Mexico'da kurulan gizli bir laboratuvar olan "Los Alamos Ulusal Laboratuvarı"nı yönetti. 3 yıl süren çalışmalar boyunca pek çok bilim insanı bu labaratuvara geldi. Araştırmalar ve testler yapıldı. Atom bombası fikri daha hayata geçmemişken hidrojen bombası fikri ortaya atıldı ve kana, yıkıma ve ölüme aç olan yöneticiler bu projeyi de desteklediler. Filmde özellikle test aşamasında bombanın patlatılmasında atmosferin tutuşabileceği bir olasılık hesaplandı. Bu dünyanın yok olması anlamına geliyordu. Ve bu ihtimal bile insanları durdurmadı. Korkunç ve kan donduran sahnelerden biriydi benim için.
Atom Bombasının Testi ve Sonrası
16 Temmuz 1945 tarihinde New Mexico çölünde gerçekleştirilen Trinity testi ile ilk nükleer bombanın patlatılması başarıyla tamamlandı. Nolan'ın CGI kullanmayıp gerçek bir atom bombası patlatması ise sinema tarihindeki en çarpıcı anlardan biriydi belki de. Geri sayım esnasında bende nefesimi tuttum ve patlatıldıktan sonra ise gözlerimden yaşlar aktığını hatırlıyorum çünkü sonrasında yaşanacaklar insanlık tarihinin kara lekelerinden biriydi benim gözümde. Ve bu olay, insanlık tarihinde nükleer silah çağının başlangıcı olarak kabul edilir. Ancak, Japonya'ya karşı atom bombalarının Hiroşima ve Nagasaki'ye atılması ve bunun sonucunda yüz binlerce insanın ölümüne yol açması, büyük tartışmalara neden oldu. II. Dünya Savaşı'nın ardından, Oppenheimer, nükleer silahların kontrolü ve barışçıl kullanımı için mücadele etti. Ancak Soğuk Savaş döneminde, Amerikan hükümeti tarafından casuslukla suçlandı ve güvenlik açısından riskli olarak kabul edildi. McCarthycilik döneminde yürütülen bir güvenlik soruşturmasının ardından, Amerikan Bilim Adamları Birliği'nden atıldı ve güvenlik açısından kısıtlandı.
Filmde Christopher Nolan Etkisi
Christopher Nolan'ın filmleri, genellikle karmaşık konuları ele alması ve zaman kavramlarına olan ilgisiyle bilinir. Özellikle "Inception" ve "Interstellar" gibi filmlerinde zamanın farklı boyutları, gerçeklik ve zihinsel durumların karmaşıklığına vurgu yapmıştır. Nolan'ın filmlerindeki karakterlerin zihinsel durumları, yaşadıkları travmalar ve iç dünyaları genellikle karmaşıktır. Yoğun stres altında kalmış, zorlu durumlarla başa çıkmak zorunda kalmış veya kendi iç dünyalarında meydana gelen çatışmalarla mücadele etmiştirler. Robet Oppenheimer ise bu konuda bir istisna değildir. Fakat filmin gerçek yaşama dayanması, oyunculuk, müzik ve efektleri bir arada değerlendirirsek kariyerinin en iyi filmi savını bende destekliyorum.
Kişisel birkaç cümle..
Filmin en etkileyici ve benim bu yazıyı yazmaya ikna eden sahne ise hiç kuşkusuz atom bombasının patlatılması ve bunun Japonya’ya atılması konusunda yapılan toplantı. “Tahmini olarak 30-40 bin ölüm bekliyoruz bu atom bombasıyla birlikte insanlık kurtulacak daha fazla ölüm olmasını engelleyeceğiz” Bir grup düşünün 30 bin insanın hayatından bir hiçmiş gibi bahsediyor ve bunu insanlığın iyiliği için olduğuna kendini inandırmış. Ölüme şahit olmuş ve bunun ne demek olduğunu bilen biri olarak sahne tamamen kanımı dondurdu. İzlerken pek çok duyguyu yaşadığımı hissettim. Nihayetinde film deyip geçemezdim çünkü bu konuşmalar bu insanlar bir zaman vardı ve o bomba patladı. Hem de bir değil tam 2 tane. 220 bin insan canından bahsediyoruz ve bu yalnızca dağın görünen kısmı savaşın en büyük etkilerinden biri de hiç şüphesiz psikolojik hasar ve travmalar. İşte bu noktada ben Oppenheimer filmini baz alarak savaşın psikolojik etkileri üzerine yazı yazmak istedim.
Yazımın bundan sonraki kısmı savaşın psikolojik etkileri hakkındadır.
Japonya'da Patlama Sonrası Yapılan Bir Araştırma
“Japonya’da hayatta kalanların çoğu, yok olan dünyada hiçbir şeyin büyümeyeceğinden korkuyordu. Bu savaşın psikolojik darbesini ve travmanın gerçeğini gözler önüne seren bir duyguydu adeta. 1946 baharı geldiğinde, Hiroşima vatandaşları zakkumun çiçek açan kırmızı yapraklarıyla bezenmiş manzarayı görünce şaşırdılar. Japonca'da kyochikuto olarak adlandırılan zakkum çiçeği, yıkılan şehrin tüm doğurganlığını kaybettiğine dair endişeleri ortadan kaldırdı ve halka Hiroşima'nın trajik bombalamadan yakında kurtulacağı umudunu verdi. Artık Hiroşima'nın resmi çiçeği olan zakkum, bir bütün olarak şehir için güzel bir sembol sunuyor; bazıları şehrin ve nüfusunun onarılamaz bir şekilde yok olacağından korkarken, birçoğu Ağustos 1945'te Hiroşima ve Nagazaki'ye yapılan nükleer saldırıların sınırlı uzun vadeli sağlık etkilerini öğrenince şaşıracaktı.
Bombalamadan sonraki ilk birkaç ay içinde, Radyasyon Etkileri Araştırma Vakfı (Japon-ABD işbirliğine dayalı bir kuruluş) tarafından Hiroşima'da 90.000 ila 166.000 kişinin, Nagazaki'de ise 60.000 ila 80.000 kişinin öldüğü tahmin ediliyor. Bu ölümler, patlamaların gücü ve dayanılmaz ısısı nedeniyle ölenlerin yanı sıra akut radyasyona maruz kalmanın neden olduğu ölümleri içerir. Bu rakamlar, şehirde kaç zorunlu işçi ve askeri personelin bulunduğunun bilinmemesi ve birçok durumda tüm ailelerin öldürülerek ölümleri bildirecek kimsenin kalmaması nedeniyle kesin olmayan tahminleri temsil etse de, uzun vadeli istatistikler etkilerinin belirlenmesi daha da zor olmuştur. Atom bombasından sağ kurtulanların maruz kaldığı uzun vadeli etkiler arasında en ölümcül olanı lösemiydi. Lösemide bir artış, saldırılardan yaklaşık iki yıl sonra ortaya çıktı ve yaklaşık dört ila altı yıl sonra zirveye ulaştı. Çocuklar en ciddi şekilde etkilenen nüfusu temsil ediyor.
Bombalamaların gerçekleşmesinden yaklaşık yetmiş yıl sonra, saldırı sırasında hayatta olan neslin çoğu vefat etti. Artık dikkatler hayatta kalanlardan doğan çocuklara çevrildi. Doğumdan önce ( rahim içinde ) radyasyona maruz kalmış kişilerle ilgili olarak , 1994 yılında E. Nakashima liderliğindeki çalışma gibi çalışmalar, maruz kalmanın küçük kafa boyutunda artışa ve zihinsel engelliliğe ve ayrıca fiziksel büyümede bozulmaya yol açtığını göstermiştir. . Anne karnında maruz kalan kişilerin kanser oranlarında, saldırı sırasında çocuk olan hayatta kalanlara göre daha düşük bir artış olduğu da bulundu.
Tüm bunları göz önüne alırsak savaş, insanoğlunun varoluşundan beri toplumları etkileyen en yıkıcı olaylardan biridir. Birçok açıdan sarsıcı olan savaşlar, sadece fiziksel yıkımla kalmaz, aynı zamanda katılımcıların ve hatta savaşın dışında kalanların psikolojileri üzerinde de derin izler bırakır. Savaşın psikolojik etkileri, uzun yıllar boyunca bireylerin ve toplumların yaşam kalitesini etkileyebilir ve hatta nesiller boyunca devam edebilir.
Travma ve Stres Sonrası Belirtiler: Savaşta aktif olarak yer alan askerler, çatışma sırasında ölümle yüzleşme, şiddet, ayrılık ve özdeşleşme gibi yoğun stres faktörleriyle karşılaşırlar. Bu durum, travma sonrası stres bozukluğuna (TSSB) neden olabilir. TSSB, kabuslar, anılar ve tetikleyici olaylara karşı aşırı tepkiler gibi belirtilerle kendini gösterir.
Depresyon ve Anksiyete: Savaş, kişilerde uzun süreli depresyon ve anksiyete bozukluklarına neden olabilir. Şiddetin, yıkımın ve kayıpların etkisi altında kalan bireyler, geleceğe dair kaygılar taşıyabilirler ve günlük yaşantılarındaki zevkleri kaybedebilirler.
Öfke ve İntikam Duyguları: Savaşta kaybeden tarafta yer alan bireylerde ve hatta savaş sonrası yapılan barış anlaşmalarında bile intikam duyguları ortaya çıkabilir. Bu duygular, toplumsal huzurun sağlanmasını ve uzlaşma süreçlerini olumsuz etkileyebilir.
Güven Kaybı ve Paranoya: Savaş ortamları, insanların birbirine olan güvenini sarsar. Savaşın devam ettiği bölgelerde, sürekli tehdit altında olma duygusu bireylerde paranoya gelişimine yol açabilir.
Kayıp ve Yas: Savaşta yakınlarını kaybeden bireyler yas sürecine girerler. Yas, kişinin hayatını etkileyen ve uzun süren bir psikolojik süreçtir. Kayıpların yaşandığı toplumlar, kolektif yas süreçleriyle de karşı karşıya kalabilirler.
Toplumsal İlişkilerde Zorluklar: Savaşın etkileri, aileler, arkadaşlar ve komşular arasındaki ilişkileri de etkileyebilir. Savaşın içinden geçen kişiler, dönüşlerinde uyum sağlamakta zorlanabilir ve sosyal izolasyon yaşayabilirler.
Savaş Sendromu: Savaş sendromu, aktif savaş bölgesinde görev yapmış kişilerin yaşadığı, duygu durum bozuklukları, davranışsal değişiklikler ve fiziksel semptomlardan oluşan bir tablodur. Uzun süreli maruz kalma, şok etkisi, sürekli tehdit altında olma gibi faktörler savaş sendromuna yol açabilir.
Son Demler...
Oppenheimer filmi çerçevesinde yazmış olduğum incelememi okuyan tüm okurlarıma teşekkür ediyorum. Umarım gelecekte savaşın ve şiddetin olmadığı günlere uyanırız. Bu konu ile ilgili yazılacak, söylenecek çok şey olmasına karşın ben sözlerimi burada noktalıyorum ve kalemimi sizlere uzatıyorum. Yorumlarınızı ve katkınızı bekliyorum.
Filmi izlemedim ve yazını okumadım. Yorum bile okumadim. Sadece burda olduğumu gostermek istedim 😁 ama en kısa zamanda izleyip bende yorumlayacagim 😘
Ben de bomba patlama anında çok etkilendim. Ve konuşma yaptığı sırada bir an insanların parçalanmış suratı geliyor gözünün önüne o sahnede çok etkileyiciydi. Ne yazık ki insanlar, onlar için rakamdan ibaret.Yöneticilerin bilimi de bu uğurda kullandıklarına şahit oluyoruz.
Ve sonra ders kitaplarında iki cümleyle olay özetlenir: ABD Japonya'ya iki bomba attı ve savaş bitti.
Çok üzücü, umarım bu filmler (piyanist de öyle ) bir şeyleri değiştirir. Sadece iki cümleden ibaret olmadığını anlarız ve bir daha yaşanmamasını sağlarız.
Kaleminize sağlık..