Öfke Dansı Kitap İncelemesi
- Zeyneb G
- 2 Haz 2023
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 19 Haz 2023

Öfke Dansı, klinik psikolog ve ilişki uzmanı olan Dr. Harriet Lerner tarafından yazılmış bir kitaptır. Okumaktan büyük keyif duyduğum ve yakın çevreme tavsiye ettiğim bu kitap, özellikle kadınların öfke duygularını anlamalarına ve ifade etmelerine yardımcı olmayı hedefler. Ayrıca, öfkenin ilişkiler üzerindeki etkisini ele alır ve sağlıklı iletişim becerileri geliştirmeye yönelik ipuçları sunar. Bu sebeple yalnızca kadınlara değil bir ilişki içerisinde olan herkese önerebileceğim bir kitap.
Öfke Dansı konu başlıklarına göre ayrılmış bölümlerden oluşuyor bende kitabı bu bölümler kapsamında inceleyeceğim.
Öfke Savaşımı
“Öfke, hissettiğimiz bir şeydir. Her zaman bir nedeni vardır ve ilgi görmeyi hak eder. Hepimizin, her şeyi hissetmeye hakkı vardır ve öfke buna istisna değildir.” Lerner bu sözlerle öfke duygusunun aslında ne kadar doğal ve yaşanabilir olduğunu vurgular. Toplumumuzda bu duygu maalesef yanlış algılar ve ifade etme biçimiyle kötü sonuçlar doğurmaktadır. Öfkelendiğimizde hep sakinleşmemiz ve uzaklaşmamız söylenir bu doğrudur da fakat kaçımız bu kendimize; Aslında neye öfkeliyim? Sorun ne ve kimin sorunu? Öfkelendiğimde kendimi kaybetmeden sorunu nasıl çözebilirim? Sorularını soruyoruz. Lerner işte bu kitapta tam olarak bunlardan bahsediyor. Ayrıca ona göre madalyonun ikinci bir yüzü daha var: “Öfke duymak bir soruna işaret etse bile, öfkeyi açığa vurmak sorunu çözmeyecektir. Öfkelerini etkin olmayan şekilde ifade edenler sonunda, öfkelenmeye hiç cesaret edemeyenler kadar acı çekecekledir.” Bu sözler hiç kuşkusuz öfkeyi fark etmek kadar onu doğru biçimde ifade etmeninde ne denli önemli olduğunu gösteriyor. Anaokulunda çalıştığım zamanlarda sınıflarda pek çok öfkeye bağlı anlaşmazlıklar olurdu. Bir gün öğrencilerden biri arkadaşını ısırdığı için odamı ziyaret etti ve ona sebebini sorduğumda “o benim oyuncağımı elimden aldı ve çok sinirlendiğim için onu ısırdım“ dedi. Öğrencimin öfkesi hakkındaki farkındalığı beni oldukça şaşırtmıştı. Evet yaptığı yanlış bir davranıştı fakat ben öfkesini anlayan ve onu ifade etmek isteyen bir çocuk görüyordum. Sonrasında ise sınıflarda öfke yönetimi ile ilgili dersler yapmaya başladım, onlara önce öfkelerini bedenlerinde nasıl fark edeceklerini ve sonrasında ne yapmaları gerektiğini anlattım. Sonuç olarak öğrencilerim öfkelendiklerinde arkadaşını ısırmak yerine onlara öğrettiğim yöntemlerle öfkelerini dışarı vuruyorlardı. Tıpkı Lerner’in dediği gibi öfke doğru yönlendirilmişti.
Eski Adımlar, Yeni Adımlar ve Karşı Adımlar
Bu bölümde Lerner başına gelen bir olay çerçevesinde “benliksizleştirme” kavramından bahsediyor. Benliksizleştirme ise, kişinin kendi benliğinin (düşünce, istek, inanç ve hırslarının), ilişkiden gelen baskılar altında çok fazla “tartışılabilir” hale gelmesi demek. Bu konu ile ilgili kısa bir örnek yine Lerner'ın terapi odasından geliyor; “Grup çalışmamdan bir akşam önce Barbara adlı kadın kaydını iptal ettirmek üzere beni evimden arayarak kızgın bir sesle şöyle dedi : grup çalışmasına gelmeyi çok istiyordum, ama kocam karşı çıktı. Onunla öfkeden yüzüm morarana kadar kavga ettim, yine de gelmeme izin vermedi.” Bu diyaloğu ilk okuduğumda bana çok tanıdık geldiğini söylemeliyim ve oldukça öfkelendiğimi de hatırlıyorum. Çünkü bir ilişkide çiftlerden birinin seçim denetimine ve kontrolüne sahip olamaması bana göre korkunç bir senaryo. Lerner’in da dediği gibi aslında bu benliksizleştirmenin bir örneği adeta. İlişkilerde tabi ki istediğimiz her şeyi yapamayız fakat burada sorun bireyin kendi benliğinden vazgeçmesi ve kendini zayıf bir konuma atması. Bu hem kişiye hem de ilişkiye zarar veren bir problemdir. İlerleyen sayfalarda Lerner uzun vadeli ilişki kurmanın zor ve emek isteyen bir iş olduğuna da değiniyor. Nihayetinde sağlıklı bir ilişki “ben” ve “biz” arasındaki dengeyi sağlamakla mümkündür.
Çiftlerde Döngüsel Danslar
Öfke dansı Lerner’in kendi terapi odasından hikayelerle ilerliyor bu sebeple her bölüm aslında yeni bir çift ve onların terapiye geliş sebeplerini de içeriyor. Bu bölümün başrolünde ise Sandra ve Larry adlı bir çift var. Çiftin terapiye geliş sebebi kısaca “Kocam tepki vermiyor” “karım aşırı duygusal” bu sözler eminim hepimize tanıdık gelmiştir. Terapi odasında öfke duygusunu ortaya çıkaran kişinin Sandra olduğunu söyleyebiliriz. Burada kocanın duygusuzluğu ve uzaklığı, kadının öfkesinin en önemli kaynağıdır. Aslında bakarsak birbirine iki zıt karakterden bahsediyoruz. “Genelde, eşlerin karşı tarafla ilgili olarak yakındıkları özellikler, başlangıçta onları birbirine çeken şeylerdir. Sözgelimi Sandra, Larry’nin düzenli ve sakin ruh halinden etkilenmiş, Larry ise onun duygusallığını sevmişti. Sandra’nın tepkili, duygu odaklı yaklaşımı ile Larry’nin mesafeli ve mantıklı davranışları birbirini dengeliyordu. Ne de olsa zıt kutuplar birbirini çeker öyle değil mi? Evet, karşıt kutuplar birbirini çeker, ama bu, sonsuza dek birlikte mutlu olabilecekleri anlamına gelmez.” Bu örnek aslında bize bir ilişkinin sürdürülebilir olması için mevcut özelliklerimizi kontrol altında tutmamızı ve ifade etmemizin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Sandra ve Larry’nin hikayesini okurken aklıma sıklıkla tencere kapak, zıt kutup birbirini çeker efsaneleri geldi. Efsane diyorum çünkü bu kalıplar bizim gerçek dünyayı görmemizi engelliyor. Toplumumuzda da yaygın olarak farklı karakterlerdeki kişilerin daha iyi anlaştığına yönelik bir söylem var halbuki yurtiçinde ve yurtdışında yapılan son araştırmalara göre benzer özelliklere ve ilgilere sahip çiftlerin daha uzun ömürlü ve sağlıklı ilişkiler kurduğu ortaya çıkmıştır. Bu da bize aslında toplumsal kalıp yargıların sorgulanması gerektiğini gösteriyor. Nihayetinde günümüzde birey ve kadın olarak da bu kalıp yargıları yıkmak noktasında çaba gösteriyoruz. Bir kadın olarak benlik ve birincil duygularımızın farkında ve bilincinde var olmanın önemli olduğuna inanıyorum.
Üçlü Düşünmek ; Aile Üçgenlerinden Çıkmak
Ailede üçgenleşme kavramı Bowen’ın aile sistemleri terapisinin temel kavramlarından biridir. Bu kavram, bir aile üyesinin diğer iki üye arasında oluşan gerilimi hafifletmek veya kaçınmak için rol aldığı bir süreci ifade eder. Üçgenleşme, çoğu zaman ailedeki gerilimi azaltmaya veya dengelemeye çalışan bir savunma mekanizması olarak ortaya çıkar. Lerner bu kavramı ilişki ve iletişim boyutuyla incelemiş ve başlangıçta zararsız gibi görünen bu üçgenlerin zamanla sorunlu hale gelip sabitleşen ve ilişkiye zarar verici hale gelmeye başladığını söylemiştir. Kuramsal olarak ise Bowen'a göre, bir aile üyesi diğer iki üye arasındaki gerilimi azaltmak için üçgenleşmeye başvurur. Örneğin, anne ve baba arasındaki gerilimi hisseden bir çocuk, onların yerine geçerek dikkat çekmek veya gerilimi azaltmak için davranışlar sergileyebilir. Bu durumda çocuk, anne ve babanın gerilimli ilişkisini biraz rahatlatırken, kendisi de gerilimin bir parçası haline gelir.
Bu noktada yapılması gereken üçgenleşme içinde olunduğu fark edildiği an bir sorun var diyebilmektir. Lerner’in dediği gibi; “birincil endişe ve öfke enerjimizi yetersiz yüklenen bireyin üzerinden çekip bu durum hakkında bizim yaşadığımız sorunu anlatmaya başlamamız, tüm aile üyelerinin gelişme olasılığını yükseltecektir.
Son demler…
Öfke Dansı, bireylerin öfke duygularını anlamalarına, ifade etmelerine ve ilişkilerinde sağlıklı bir şekilde yönetmelerine yardımcı olmak için kapsamlı bir rehberdir. Harriet Lerner'ın uzmanlığı ve kişisel deneyimlerden yola çıkarak sunduğu bilgiler, okuyuculara öfkeyi daha iyi anlama ve öfkeyle yapıcı bir şekilde başa çıkma becerilerini geliştirme konusunda değerli bir kaynak sunar. Özellikle içerisinde yer alan örnekler yaşamdan kesitler hem bağ kurma hem de kolay anlama noktasında oldukça faydalı olmaktadır. Kişisel görüşüm bu kitabı herkesin mutlaka okuması gerektiği yönündedir.
Oldukça ilgimi çekti. Okumayı planladigim kitaplar listesinde yerini aldı 😉